Skip to main content

Posts

Köpeğe Dokunmaktan Korkan Çocuk

                       Köpeğe Dokunmaktan Korkan Çocuk Borneo’da Malezya’nın iki eyaletinden biri olan Sabah’a geleli dört ay olmuştu. Sabah’ın kırsal kasabalarından birisi olan Kota Marudu’ya çok ta uzak olmayan daha çok Filipinlerden gelen ve kendilerine Bajau diyen göçmenlerin yerleştiği bir köyde oturmaya başlamıştık. Köy Borneo’ya özgü çoğunluğu ağaç evlerden oluşan bir köydü.   Bajau’ların hemen hemen tamamı kendilerini Müslüman ve Maley olarak tanımlıyorlardı. Buraya gelmeden önce Borneo’nun zengin etnik kültürüyle ilgili bir kaç kitap okumuştum ama   geldiğimizden beri bu küçücük kasabada bile Hindistanlı müslümanlar, Çin göçmeni Budistler ve Taoistler, ve Sabahın yerlilerinden, Kadazan-Dusun ahalisinin renkli dilleri ve inançlarıyla karşılaşmak beni yine de şaşırtıyordu. Anlayamadığım ise Filipin göçmeni bu halkın kendilerini Maley ve müslüman olarak görmeleriydi. Bunun nedenini daha sonra anlayacaktım.    Bu Bajau köyündeki, eve yerleşir yerleşmez yan komşumuzun k
Recent posts

Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür

                                                                   Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür Oscar Wilde ’ ı okuyanlar bir mantra gibi bu dizeleri ezbere bilirler ‘ Herkes öldürür sevdiğini, bu böylece biline....’ Şiirsel olarak şaibeye yer bırakmasızın güçlü, entellektüel açıdan ise bir o kadar şaibeli bir dize. Wilde belki de bu dizelerle şunu demek istiyordu: Aşkın kendisi o kadar hileli ki hedef aldığını da kirletip değiştiren bir şey.   Oscar Wilde’ın sevgilisi Alfred Douglas’la olan ilişkisinde bu kesinlikle doğruydu. Zaten şımarık olan ‘Bosie’ Wilde’ın onu bir tanrı gibi görmesiyle daha da şımarmıştı. Şiir aynı zamanda Peygamber İsa’ya ihanet eden Judas’ın öpücüğüne de atıfta bulunuyor. Wilde paradoksu seven bir yazar, şairdi ve sevdiğini öldüren bir adam da bu iki zıtın sembolünü bulmuştu. Şiir aynı zamanda Datevari bir cehennemi ve ölümcül bir cezaevi çemberini müekemmel bir biçimde betimliyor. Readıng Zindanı Baladı şiir dünyasına nadir gelen harikulade

Let Us Go You and I, Haydi Gidelim Sen ve Ben

                        Let Us Go You and I/ Haydi Gidelim Sen ve Ben  T. S. Elliott bu şiiri yüzyılın başında yazdığında kendince modern dünyanın insanı nasıl yalnızlaştırıp, karar verme gücünden bile aciz bir şeye dönüştürdüğünü anlatmak istemişti.  Bugünse post-kapitalizm sonrası sanal diktatörlükler çağında bizler elimizdeki minnacık teknolojik aletlerimizle, kullandığımız arasıra bir şeyler zırvaladığımız sınırlandırılmış aplikasyonlarla hiç olmadığımız kadar yalnızız...  Öyleyse. Hadi Gidelim Sen ve Ben. Haydi gidelim sen ve ben o zaman, Akşam gökyüzüne karşı yayıldığında Bir masa üzerinde eterle uyutulmuş hasta gibi; Gidelim, bazı yarı-terkedilmiş caddelerden, Mırıldanan tenha köşelerinden Bir-gecelik ucuz otellerde geçen rahatsız gecelerin Ve istiridye-kabuklu odun talaşlı lokantaların: Sinsi bir niyetin Bıktırıcı tartışması gibi peşinden giden caddelerden Seni karşı konulamayan bir soruya götüren… Ah sorma bana , ‘Nedir O?’ Haydi gi

Hiç Olmayan Aşk'a / To A Love That Never Was

H iç Olmayan Aşk'a  / To A Love That Never Was Uykularımı azad edip, Bedenimi ateşlere atan, Ve Rahatsız ruhumu dört bir yana savuran SIN. To a love that never was You haunted my sleep, Enflamed my body And sent my restless soul to distant lands… Madem ki bugün Sevgililer Günü, hiç yaşanmamış, tüketilmemiş, gizli kalmış aşklara atfen... A.G.Cambier / 14 Feb 2018

Şehir ve Bellek

                                                                   At sırtında dağları ve mevsimleri aşarak ya da külüstür bir botun içinde hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan bir nehrin kıyılarına çarpa çarpa ‘bu yolculuk nerede son bulacak endişesiyle’ yüreğin ağzında gelmedin bu şehre. Etrafında ‘geyik gecesi’ ya da ‘tavuk gecesi’ kutlamak üzere bir grup genç erkek ve kadının diğer yolcuları umursamayan kaba şakalaşmalarına maruz kaldığın dolmuşvari bir uçağın içinde indin şehrin hava alanına.  İndiğin diğer hava alanlarından farklılığının sadece gümrükten ve bavulunu aldıktan sonra önünden geçeceğin ‘duty free’ dükkanının bir köşesindeki yerli malı bir grup likör ve şarap şişeleri ve güzel küçücük torbalara konulmuş paprikalar olduğunu zaten biliyordun. Uçakta maruz kaldığın bayağı gürültüden bir an önce uzaklaşmak için koşar adım bavulunu almaya gittiğinde aynı gruptan iki kadının konuşmasını duymaman mümkün değildi. ‘ I wanna fuck him... I wanna fuck him really badly’

Bir Manipülasyon Aracı olarak "Korku"

                                                                                  Bir Manipülasyon Aracı olarak “Korku” “ Korku” eski bilindik bir hile,  temcit pilavı gibi yeniden yeniden sunuluyor yığınlara... Başkanlık sistemini sağlamlaştırıp milletin başına bir karabasan gibi yıllarca oturmak isteyen artık kendisine aşina olduğumuz diktatörümüze özgü bir hile değil bu. Yıllar önce karizması sıfıra düşmüş Margaret Thatcher uygulamıştı bu hileyi; Binlerce kilometre deniz ötesindeki Falkland adalarına girerek... Sözümona “ adadaki bir avuç vatandaşının hayatlarını korumak içindi”.  Daha yakınlarda ise Malezya’nın çoktan diktatörlüğe dönüşmüş iktidarı seçimlerde kaybedeceğini anlayınca yüzlerce fakir fukara göçmeni öldürme pahasına Borneo’daki Sabah bölgesinin Filipinli bir grubun işgal ettiğini peydahladı. Sabah halkını bu korkudan ancak ve ancak Malezya hükümeti kurtarabilirdi. Oylar ana karaya gitti korku da yüzlerce kayıtsız, kimliksiz göçmenin hayatı paha

Ursula Le Guin'in Ardından

Yıllar önce çocukluktan buluğ çağına henüz adım attığım yıllarda bir tesadüf eseri tanıştım Ursula K. Le Guin’in düşlerimi zenginleştiren kalemiyle.  Akıntıya Karşı dergisinde sanırım ‘Karanlığın Sol Eli’nden alıntılanmış kısa bir hikayeydi. Protagonist’in belleğini sisteme tehlike oluşturabilecek ne ise onları silme, yok etme operasyonuydu hikayede anlatılan. Operasyonun sonunda yok edemedikleri tek şey ‘ bembeyaz bir kar ve üstünde açan kıpkırmızı bir gül’dü.’ Bu isyandı. Elimizin kolumuzun bağlandığı çaresiz anlarda sarıldığımız umuttu. Yıllar geçti, bir çok kitap okudum Le Guin’den ama hala o sahne düşüncelerimde... Günümüzde ise belleklerimizin her gün, her saat ve her an silinip hızla yenilendiği bir zamanda yaşıyoruz. Gerçeğin içinde yaşıyor ama çarpıtılmış gerçekliğimizde aslı göremiyoruz.  Nasıl mı, elimizden hiç bırakmadığımız akıllı telefonlarımızdaki bin bir türlü aplikasyonlarla, resmi medya sosyal medya, feysbuk, meysbuk, instigram minstigram, tw