Skip to main content

Şehir ve Bellek





                                                                  

At sırtında dağları ve mevsimleri aşarak ya da külüstür bir botun içinde hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan bir nehrin kıyılarına çarpa çarpa ‘bu yolculuk nerede son bulacak endişesiyle’ yüreğin ağzında gelmedin bu şehre. Etrafında ‘geyik gecesi’ ya da ‘tavuk gecesi’ kutlamak üzere bir grup genç erkek ve kadının diğer yolcuları umursamayan kaba şakalaşmalarına maruz kaldığın dolmuşvari bir uçağın içinde indin şehrin hava alanına. 

İndiğin diğer hava alanlarından farklılığının sadece gümrükten ve bavulunu aldıktan sonra önünden geçeceğin ‘duty free’ dükkanının bir köşesindeki yerli malı bir grup likör ve şarap şişeleri ve güzel küçücük torbalara konulmuş paprikalar olduğunu zaten biliyordun. Uçakta maruz kaldığın bayağı gürültüden bir an önce uzaklaşmak için koşar adım bavulunu almaya gittiğinde aynı gruptan iki kadının konuşmasını duymaman mümkün değildi. ‘ I wanna fuck him... I wanna fuck him really badly’
‘ Eğer bulabilirsen iyi şanslar’ diye geçirdin içinden.

Nereye gideceğin Ipad’ında yazılıydı. Dışarıya çıkar çıkmaz buz gibi bir hava burun deliklerinde ciğerlerine doldu. Su gibi kokusuz bembeyaz karlar altında bir kış şehrine gelmiştin. Soğuktan ellerin titreyerek gösterdin adresi taksi şoförüne.
Bu şehre yeniden niye geldiğini düşündün. Seni öyle etkilemiş bir yer değildi ilk geldiğinde, hatta insanlarını soğuk ve suratsız bulmuştun biraz.
Şehre yeniden yeniden gelmen,  şehir ahalisinin Avrupalı genlerine rağmen Hunlardan geldiklerini inatla haykırmalarındaki çekicilik mi, yoksa kendi tarihinle bu şehrin tarihinin yüzyıllar önce birbirlerine bir süreliğine sarılmış olup, sokaklarında kaybolduğunda bir köşesinden ya da bir gülümsemeden sana göz kırpacağı umudu muydu? Belki de yıllar önce başka bir şehirde bıraktığın bir aşkı ümitsizce çaresizce bulamayacağını bile bile ama yine de bulmak için gelmiştin bu şehre.
Şehrin iki yakasını ayıran ve hüzünlü bir güzellik veren nehriydi. Taksi şehir merkezine yaklaştığında solda Buda tepesini gördün. Bembeyaz karlar altındaydı. Geçen sefer yaptığın gibi yarın erkenden kalkıp Buda’ya yürüyecek Ulusal Galeri’yi gezecek, arkasından kanını donduran soğuğa rağmen bahçesinde Peşte’yi seyredip sigaranı tüttürecektin.

Taksi, son yüzyılın yeni sanat akımı binalarıyla çevrelenmiş Peşte’ye döndüğünde yol boyunca bir tane bile gökdelen görmediğini fark ettin. Derin bir nefes aldın. Bu sefer Musevi mahallesinde kalmaya karar vermiştin. Taksi, Sanat Müzesini geçip solda bir sokağın ucunda durduğunda hava alanından bu yana sadece yarım saatti akıp giden. ‘Number 10’ diyerek ağır demir kapılı bir ondoluzuncu yüzyıl binasını gösterdi şoför. Ayaklarının altındaki karın çıkarttığı ‘kırt kırt kırt’ sesleriyle bavulunu sürükleyip demir kapının önüne geldin. ‘Ahh’ dedin ‘kahretsin kahretsin, rüya göreceğine kapının şifresini bulsaydın’. Acemice sırt çantandaki binbir şeyin içinde Ipad’ını bulmaya çalışırken genç bir adam bitti önünde. ‘How can I help you?’ ‘Şifreyi bulmaya çalışıyorum’ diye mırıldandın, utanmıştın. ‘Ben yardım edeyim, bu binada oturuyorum. Enjoy your stay’ deyip ansızın belirdiği gibi öylece ortadan kayboldu.

Kapıyı itip içeriye girdiğinde kocaman bir iç avlu karşıladı seni. Beş katlı dörtbir yanı geniş balkonlarıyla iç avluya bakan, tarihiyle nefes alıp veren bir binaydı bu. Geniş kemerli holü geçip iç avluya ayak bastığında yüzyıllık bir çınar ağacıydı sana ‘Hoş Geldin’ diyen.

Comments

Popular posts from this blog

Malezya'da Müslüman Olmak ve Malezya Halklarının Çıkmazı

                                   Malezya’lı Müslüman Kadınların Çıkmazı Ma lezya’lı Müslüman kadınlar öfkeli.   Özel ve sosyal yaşamlarını etkileyen Malezya devletinin baş örtüsü baskısından kurtulmak istiyorlar. Seksenli yıllara kadar kendi bilinçlerinin göstergesi olan inançlarını, ansızın bir gün Malezya devleti baş örtüsü takarak ve islamiyete uygun bir biçimde giyinerek uygulamalarını söyledi kadınlara. Olası bir sosyalizm tehlikesine karşı İslamlaştırma politikaları Malezya’da da başlamıştı. Söylemekle kalmayıp, İlkokul birinci sınıftan itibaren tüm Müslüman çocuklar her gün bir saat islami ders alacaklar, üstüne üstlük Müslüman kız çocukları sadece İslami derslere değil, tüm derslere başları kapalı katılacaklardı. Ondan sonraki yıllarda kendilerini modern olarak niteleyen ve nüfus kağıdında ‘İslam’ yazan tüm kadınlarda dahil olmak üzere erken yaşlardan itibaren kamuya açık yerlerde   müslüman olduğunu baş örtüsüyle ve İslamiyete uygun kılık kıyafetleriyle k

Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür

                                                                   Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür Oscar Wilde ’ ı okuyanlar bir mantra gibi bu dizeleri ezbere bilirler ‘ Herkes öldürür sevdiğini, bu böylece biline....’ Şiirsel olarak şaibeye yer bırakmasızın güçlü, entellektüel açıdan ise bir o kadar şaibeli bir dize. Wilde belki de bu dizelerle şunu demek istiyordu: Aşkın kendisi o kadar hileli ki hedef aldığını da kirletip değiştiren bir şey.   Oscar Wilde’ın sevgilisi Alfred Douglas’la olan ilişkisinde bu kesinlikle doğruydu. Zaten şımarık olan ‘Bosie’ Wilde’ın onu bir tanrı gibi görmesiyle daha da şımarmıştı. Şiir aynı zamanda Peygamber İsa’ya ihanet eden Judas’ın öpücüğüne de atıfta bulunuyor. Wilde paradoksu seven bir yazar, şairdi ve sevdiğini öldüren bir adam da bu iki zıtın sembolünü bulmuştu. Şiir aynı zamanda Datevari bir cehennemi ve ölümcül bir cezaevi çemberini müekemmel bir biçimde betimliyor. Readıng Zindanı Baladı şiir dünyasına nadir gelen harikulade

ŞİDDETİN KISA TARİHİ

                                                        Şiddetin   Kısa Tarihi Telefonum uzun uzun çaldı. Gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı.   Cevap verip vermemekte bir an kararsız kaldığımdan uzandığım yerde öylece kalıp gecenin karanlığında tavanı seyrettim, bir süre sonra susacağını umarak. Susmadı çalmaya devam etti. Telefona erişmek için acele etmektense, yattığım yerden yavaş yavaş doğrulup, yan tarafımda yatmakta olan kedim Reçel’i okşadım. Beni niye rahatsız ediyorsun der gibi ‘ mmmmmmh’ diye mırıldandı. Telefonumun yanına vardığımda, benim geldiğimi sezmiş gibi telefon çalmayı kesti.   Arayan kardeşim Eliz’di.   Gecenin bu saati aradığına göre belki önemli bir şey vardı.   Aramızda beş saatlik zaman farkının olduğunun farkındaydı. Sabahı beklemektense hemen geri aradım. ‘ Ablacım aramızdaki saat farkını unutmuşum. Kusura bakma.’ diye başladı ben henüz hiç bir şey söylemeden. Önemli bir şey söyleyeceği içime doğmuş gibi, halini hatırını sormadan ‘ Ne oldu?’ diye sor