Skip to main content

Malezya'da Müslüman Olmak ve Malezya Halklarının Çıkmazı






                                   Malezya’lı Müslüman Kadınların Çıkmazı

Malezya’lı Müslüman kadınlar öfkeli.  Özel ve sosyal yaşamlarını etkileyen Malezya devletinin baş örtüsü baskısından kurtulmak istiyorlar. Seksenli yıllara kadar kendi bilinçlerinin göstergesi olan inançlarını, ansızın bir gün Malezya devleti baş örtüsü takarak ve islamiyete uygun bir biçimde giyinerek uygulamalarını söyledi kadınlara. Olası bir sosyalizm tehlikesine karşı İslamlaştırma politikaları Malezya’da da başlamıştı. Söylemekle kalmayıp, İlkokul birinci sınıftan itibaren tüm Müslüman çocuklar her gün bir saat islami ders alacaklar, üstüne üstlük Müslüman kız çocukları sadece İslami derslere değil, tüm derslere başları kapalı katılacaklardı. Ondan sonraki yıllarda kendilerini modern olarak niteleyen ve nüfus kağıdında ‘İslam’ yazan tüm kadınlarda dahil olmak üzere erken yaşlardan itibaren kamuya açık yerlerde  müslüman olduğunu baş örtüsüyle ve İslamiyete uygun kılık kıyafetleriyle kanıtlamak zorundaydılar.
O günden bugüne, ana okulundan lise sonuna kadar tüm Müslüman kız çocukları okula beyaz baş örtüsü ( Tudong) takarak geliyorlar. Bu örtüyü hangi derse katılırlarsa katılsınlar, çıkarmaları yasak. Çıkarmaya cüret eden olursa din öğretmeninin disiplininden payını alıyor.

Bugünlerde bu baskıya karşı sesini yükselten kadınlardan biri seksenli yıllardaki İslamlaştırmanın mimarı olan eski başbakan Mahathir Mohamad’ın kızı Marina Mohathir. Marina, Müslüman kadınları İslami konularda aydınlatmak üzere kurulmuş olan kadın vakfı SIS’e danışmanlık yapıyor ve vakfın çıkardığı, islam’da kadın hakları ve özellikle de baş örtüsü, giyim kuşam, miras ve erkeklerin İslam’ı kendi yararlarını yorumlayıp birden fazla kadınla evlenmesine yönelik konularda, ilk kez sesini yükselten SIS dergisine sürekli yazılar yazıyor. Marina, Müslüman kadınların üstündeki baş örtüsü ( Tudong) baskısını Güney Afrika’da Beyazların Afrika yerlilerine karşı ayrımcılık ve baskı politikalarına benzetip, bu baskının Müslüman kadınları, ülkedeki daha özgür ve liberal olan Çin kökenli Budist ve diğer müslüman olmayan kadınlara oranla fazlasıyla körelttiğini, cahilleştirdiğini belirtti.


                                    
         Ya ailelerin üstündeki İslamlaştırma baskısı

Bu baskı sadece Müslüman kadınlarla sınırlı değil. İslam Malezya Devletinin resmi dini olduğu gerekçesiyle tüm Müslümanlar dini bütün olduğunu ve dinlerinin gerekleri doğrultusunda yaşadıklarını göstermek zorunda.  Kişinin kalbine ve bilincine kalması gereken inancı Malezya devletinin resmi dini ‘İslam’ olduğu gerekçesiyle, eğitim, ahlak polisi, giyim kıyafet ve baş örtüsü baskısı olarak bireylerin özel ve toplum yaşamlarında ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallanıyor.  Suudi Arabistan’ın topuğu göründü diye kadınların bacaklarına değnekle vuran polisi varsa, Malezya’nın da Ramazan’da Müslüman olduğu düşünülen ve Cafe’lerde oturan ahalisine kimlik sorup, onları polis İstasyonuna götürme yetkisi olan  ahlak polisleri var. Diğer dinlere mensup komşularıyla hoşgörülü bir alışveriş içinde olan müslüman aileler, çocuklarını Kuran kurslarına göndermek zorundalar. Göndermeyenler, devletin fişlemelerinden ve ahlak polisinin ziyaretlerinden paylarını düşeni alıyorlar. Dahası kendileri ılımlı müslüman olan aileler, çocuklarının bu derslerde beyinleri nelerle dolduruluyorsa, onların daha muhafazakar, daha militan olduklarına şahit oluyorlar.

Yan komşumuz müslüman bir aile. Sabah’ın çok dilli ve çok dinli karakterine uygun olarak, bu ailede kendilerini Bacau olarak görüyor ve Bacau dilinde konuşuyorlar. Anlattıklarına göre kökenleri Filipinler’den gelen göçmenlere dayanıyormuş. Ali onların altı çocuklarından biri. Sekiz yaşında olcukça zeki ve kırsal bir yerde yaşıyor olmalarına rağmen Ali İngilizce’yi kusursuz konuşuyor. Ali’nin babası Abtah, Ali’nin İngilizce’yi çok iyi konuşmasına rağmen, Bahasa Malez dilini öğrenmede güçlük çektiğini söyledi.  Ali okulunda her gün bir saat İslami dersler almasına ek olarak haftada iki gün öğleden sonraları İslami eğitimine  Kuran okulunda devam ediyor.  İslami dersler aldığı okulunu ‘benim diğer okulum’ diye niteliyor. Bizi ziyaret ettiği günlerden birinde, küçük bir köpeği bizim bahçede gördüğünde tepkisini şöyle dile getirdi; ‘Kovalayın o köpeği. Bana dokunursa Hıristiyan olurum’. Ali’nin küçük beyninin diğer incileri ise; ‘ Hıristiyanlar ‘Hari Raya’ kutlayamaz, sadece müslümanlar kutlayabilir.’ ‘Hıristiyanlar ‘İnşallah’ diyemez.’ ‘ Çinliler Tanrı’sız millet’. Sekiz yaşındaki Ali’nin bu incilerine şaşmamak gerek aslında.


İslam’dan mı yoksa Kendimden mi?

Faruk Peru, seksenli yıllarda henüz komşumuz Ali’nin yaşındayken Malezya’nın İslamlaştırma politikalarıyla beyni yıkanan milyonlarca çocuktan biri. Kendini henüz çocuk yaşta seksenli yıllarda ‘Müslüman olduğunu gösterme’ baskısının içinde bulan Peru, bunun sonraki yıllarda psikolijisini nasıl etkilediğini İngiltere’de yayınlanan ‘Critical Muslim’ dergisinde ‘Kendimden nefret ettim’diye başlayan yazısında anlatıyor. Peru yazısındaMalezya’da Müslüman olmayı ve kişinin kendi bilincine kalmış ‘iman’ ya da ‘inanç’ı devletin kanun haline getirmesini ‘küstahlık’  olarak niteliyor. Seksenli yıllarda kendini zorunlu İslami derslerin içinde bulan Farouk Peru bunu şöyle anlatıyor: ‘ Malezya’da resmi olarak bir kişi Müslüman doğmuşsa Müslüman ölmek zorundadır. İnanıp inanmaman tamamen farklı bir konu. Sonuçta Müslüman olduğun kimlik kartında yazılı olmak zorunda. Müslüman genellikle Malez’dir ve Malez daima Müslüman olmak zorundadır. Müslüman olarak, tüm Malez’lerin  ilk okul ve Lise eğitimleri boyunca İslami derslere katılmaları zorunludur. Benim kendimden nefret etmem bu zorunlu dersler sırasında başladı. İslami eğitimin ilk dersini hala hatırlayabiliyorum. Peygamber’in dedesi Abd Al- Mutalib’i öğrenmekle başlamıştık. Şaşırdığımı kafamın karıştığını hatırlıyorum.  Bu derslerle şaşırmış, kafam karışmıştı ve bana verilen bilgileri nasıl kabul edeceğimi bilmiyordum. Sonuçta bilinçli bir seçim yaptım - yedi yaşında var ya da yoktum- Bana verilen bilgileri  ne yapacağımı bilmesem de tüm hepsini ezberlemeye karar verdim. Din hocamın bana sürekli hatırlattığı gibi sınavlarımı geçip ‘A’ almak zorundaydım.’

Peru’nın ızdırabı sadece okuldaki Müslüman’laştırma  baskısıyla kalmadı. 1980’li yılların ortalarından itibaren, o zamana kadar dindar olmaktan çok uzak olan ailesi, birdenbire beş vakit namazında Müslümanlar olmaya başladı. Faruk’un okulda aldığı İslam dersleri yetmiyormuş gibi, bir Kuran hocası da eve gelmeye başladı. Kuran’ı tam olarak ezberleyebilsin diye.  Daha sonraları Kuran hocasının da aynen kendisi gibi, okuduklarının bir kelimesini bile anlamadığını öğrenecekti. Onun için okudukları sayfalar, anlamadığı ve hiç aşina olmadığı yazılardan ibaretti. Kuran’ı hatimetmesinin şerefine evde küçük bir mevlit okuttular. Kuran hocası Faruk’a Kuran’ı hergün okumasını bunu yapamıyorsa haftada bir okumasını, onu da yapamıyorsa hergün sayfalarını açıp öpmesini, çünkü her sayfanın özel bir kutsallığı olduğu nasihatını verdi. Ondan sonraki uzun yıllar boyunca Faruk, Kuran’ın kapağını açmadı. Müslüman olarak kendine dönük nefreti, kağıt üstünde Müslüman olan ama gerçekte Hindu olan bir arkadaşının Hinduizm’e dönmek istemesiyle daha da arttı. Arkadaşı Asıf’ın dedesi, Müslüman bir kadınla evlenebilmek için din değiştirmişti.  Kızları Asıf’ın annesi bir Hindu ile evlendiğinde adam din değiştirmek zorunda kalmıştı. Bu da yasalaşan İslam’ın dayatmalarından biriydi. Böylece gerçekte Hindu olan ailenin çocukları okula Müslüman çocuklar olarak kaydedilmişlerdi. Müslüman ailenin çocukları için bile oldukça sıkıcı olan bu dersler, gerçekte Müslüman olmayan  Asıf ve kardeşleri için daha da kötüydü.  Asıf,dedesinin ve babasının dini olan Hindu dinine dönmek istediğini Faruk’a anlattığında bunu sadece kendine değil İslam’a karşı derin bir ihanet olarak gördü. Asıf ve ailesi Şeriat yasasına göre üç gün kararlarından dönmek için bir şans verilmeli, eğer kararlarını değiştirmezlerse idam edilmeliydiler.  Bu düşünce içindeki kendine yönelik nefreti daha da açığa çıkarmıştı. Bir taraftan arkadaşına karşı öfke duyuyor bir taraftan İnanç kişinin kendine bağlı olamaz mı sorularını soruyordu. Ya geleneksel Müslüman bir ailede doğup büyüyen ve artık Müslüman olmak istemeyen birine ne olacaktı? Tanrı aşkına mı yoksa Malezya’yı Müslüman çoğunluğun devleti yapmak için mi Müslümanız soruları kafasında dolaştı. Malezya’da Müslüman olmaktan nefret etti. Bu nefret bir gün kendisine ‘ İç bilincinin kutsal kitabın yasalarıyla uyuşmadığı’ söylendiğinde daha da arttı. İslam büyüklerinden birisi ona Sahih al-Bukhari’nin hadislerinden birinde Peygamber’in açık bir biçimde İslam’dan kim ayrılırsa öldürülmesini belirttiğini anlattı. Bu onda tamamen duygusal bir çöküşe yol açtı. Kutsal yasa açıktı ve bu yasaya sorularıyla karşı çıkıyordu.  İslam’ın böylesi insanlık dışı bir doktirini nasıl yayabildiğine şaştı. Bir kez Müslümansan bir daha çıkış yoktu. İnancını kaybetsende, evlilik yoluyla Müslüman olsanda ya da hile ile din değiştirmeye zorlansan da farketmiyordu.  Sonuçta İslam’dan ayrılmak sanki Ummah’ın doğruluğu zorla boyun eğmeyi ve devletin yasalaştırdığı İnanç’a dayanıyormuş gibi İslam’dan ayrılmaya kalkarsan vay haline idi. Farouk, daha sonraki yıllarda aynen kendisi gibi sorular soran ama bunları dillendiremeyen Müslümanlarla tanıştı.

‘Küçük yaşlardan itibaren İslami olan herşeyi sadece kutsal değil ama İlahi olarak görmem aşılandı. Bu da İslam’ın dokunulmazlığı demekti ki, İslam kişinin sorabileceği olası soruları bu dokunulmazlığıyla korkutup savuşturuyor. Problem ise hepimiz insanız, duygusal varlıklarız. Hissettiklerimiz ya da düşündüklerimiz, cevaplanmadan bırakıldığında ya kayıtsızlık ya da daha kötüsü benim durumumda olduğu gibi kendinden nefret etme olarak ortaya çıkıyorlar’ diyor Faruk Peru. Peru Üniversite eğitimi için gittiği İngiltere’de, çocukluğundan beri Devlet tekelinde gördüğü İslam’ın şaşırtıcı çok yönlülüğünü keşfetti. ‘Bunu anlamam biraz zaman aldı ama  kendimi karanlık bir dogmanın tutsağı olmaktan kurtardım. Artık Müslüman olduğum için kendimden nefret etmiyorum’ diyor ve yazısını şöyle noktalıyor Faruk Peru: ‘ Kuran’ı incelemeye yeniden başladım ve kendi iç benliğimle ahenk içinde olduğunu buldum. Zorla iman diye bir şey yok. İnanç ya da İman Tanrı’nın işaretlerini hisseden birinin kabul edeceği bir şey. Her kişi bu işaretleri farklı bir şekilde hisseder. İman’ı yasalaştırabileceğimizi düşünmek ise sadece imkansız değil aynı zamanda küstahlıktır.‘

Faruk Peru yıllar sonra hem kendisiyle hem de inancıyla, Malezya’dan uzakta bir uzlaşma yolu bulmuş bulmasına ama yazısında bahsettiği Devlet’in tekelindeki İslam ve onun politik yorumcuları Malezya’nın çok dilli, çok dinli kültürünü karıştırmaya devam ediyor.





Sabah’lılar da aynı çıkmazda

Geçenlerde İslamcı ve aşırı sağcı bir partinin genel başkanı, Malez dilinde yayınlanan İncil’de ‘Tanrı’ yerine ‘Allah’ geçti diye tüm Müslümanları İncil’i yakmaya çağırdı. Bunun üstüne 1963’te Britanya ve Malezya’nın aralarında anlaşmaları sonucu kendilerini Malezya Federasyonu’nun bir uzantısı olarak bulan Sarawak ve Sabah’lılar federasyondan ayrılma çağrıları yapmaya başladılar. Malezya Devletinin  İslamlaştırma politikalarından paylarına düşeni fazlasıyla alıyor olan çoğunluğu Hıristiyan ve Budist Sarawak ve Sabah’lılar artık kendi bağımsızlıklarını istiyorlar. Malezya Devletinin din ayrımcılığının bir ürünü olarak başta eğitim olmak üzere tüm köşebaşlarına ana kara Malezya Devletine sadık müslümanlar yerleştirilmiş durumda. Kendilerine karşı yapılan bu ayrımcılığa Sabah ve Saravak’lılar dur demek istiyorlar. Sabah halkı iseMalezya’nın en çok vergi verip en yoksul eyaleti durumuna getirilmiş olmayı içine sindiremiyor. Sabah’ın iç kesimlerinde olan Kota Marudu kasabasında tanıştığım orta yaşlı bey; ‘ Elli yıldır boyunduruk altında yaşıyoruz’diyor, ‘ şöyle bir bak bakalım etrafına’ gözleri kıvılcımla parlıyor ‘şu kahrolası Palm yağı ağaçlarını çıkardılar başımıza. Sabah’ın altını üstünü delik deşik ettiler. Orman diye bir şey kalmadı bu ağaçlar yüzünden. Kim kazanıyor dersin? Malezya’nın Kuala Lumpur’da oturan zengin aileleri. Bu kez değiştireceğiz. Hıristiyan, Müslüman, Taoist, Budhist, tüm Sabah’lılar birleşmiş durumda. Sabah’ı ne hale getirdiklerini hepimiz şahit oluyoruz. Artık Sabah’ı Sabah’lıların sahip çıkma zamanı geldi ve neredeyse geçiyor.’

2013 Mart seçimleri tüm bunları değiştirebilir mi?

Bu değişikliği yapmak içinde Mart’ın son haftalarında gerçekleşecek olan genel seçimi dört gözle bekliyorlar. Bekliyorlar beklemesine ama Malezya Devleti’nin seçim sırasında yapabileceği hilelere karşıda oldukça temkinliler. Geçenlerde Medya’ya sızan bir habere göre önceki seçimlerde, hükümete oy vermeleri şartıyla Sabah’ta yüz binlerce müslüman Endonezya’lı ve Filipin’li illegal göçmenlere nüfus kağıdı ve oturum verildiği ortaya çıktı. Oysa Saravak’ta ve Sabah’ta tabiiyatları almak için yıllardır uğraşan yerliler var.

Muhalif partilerin seçim kampanyası yapabilmeleri için sadece üç hafta izinleri var ve bu kampanya sırasında medya’yı kullanmaları yasak.  Oysa iktidar aylarca öncesinden muhaliflerin ülkeyi bölme çalışmalarını anlatmaya başlamış durumda. Malezya Devleti seçime yaklaşırken fukara ailelerin sempatisini kazanmak için okula giden her çocuğa 100 Ringit dağıttı. Kota Marudu’nun köylerinden Masalog’taki İlk okul’da yapılan para dağıtma törenine, İktidar partisi’nden Kota Marudu’nun belediye başkanı Anita Hanım, onu her gittiği yerde eşlik eden gelini Rohaya ve köy okullarından öğretmenler, öğrencileri ve aileler katıldı.  Yanı başımda oturan baş örtülü Müslüman öğretmenlerden bir tanesi ‘ Hükümetin hilelerinden biri bu. Bu para yerine çocukların kütüphanelere, kitaplara, bilgisayarlara ihtiyaçları var.’ dedi kulağıma eğilerek. Tören okuldaki İslam hocasının duasıyla başladı. Arkasından Malezya milli marşı, onun arkasından Sabah’ın kendi bölgesel marşını hep birlikte okudular. Malezya milli marşına sadece bir kaç kişi katılırken Sabah’ın kendi marşında çoluk çocuk her kes ayaktaydı. Törenin sonlarına doğru Anita Hanım’ın gelini  Rohaya yanıma oturdu. ‘ Seçimi kazanabilecek miyiz bilmiyorum’ dedi. ‘ Sabah’lılar geri kafalı, yenilikleri kabul etmiyorlar. Şu oturduğumuz salonda bile bize karşı olan çok kişi var’. Doğru tahmin etmişti. Törenden sonra yemek salonunda Anita Hanım’la birlikte bulunmaktansa herkes sessizce ortadan kaybolmayı seçmişti. Rohaya kolumdan çekiştirerek ‘ Gel, zaten burada hiç bir arkadaşım yok’ dedi. Bilinmedik tuhaf bir atmosferde, yabancı olmak bunaltıcı bir şeydi. Okuldaki yemek salonunun dört tarafı masalarla çevrilmişti ama on kadar ya var ya yoktuk. Anita Hanım ve bir kaç resmi görevli odanın uzak köşesindeki masaya iliştiler. Rohaya onlardan uzağa oturup beni de yanına aldı. ‘Bilmiyorum, Hükümete karşı garezi var bu Sabah’lıların.’diye fısıldadı kulağıma. Tören sırasındaki hoşnutsuzluk onu etkilemiş görünüyordu. ‘ Ne gibi?’ diye sordum. ‘ Mesela, Petronas’ın ana kara Malezya’ya ait olmasını kabul edemiyorlar.’ Petronas ülkenin petrol istasyonlarını elinde bulunduran ve petrol’ü de Sabah’ın yer altı kaynaklarından edinen ve hükümetle çok yakın bağlantısı olan ülkenin en büyük şirketlerinden biri. ‘Diğeri de Labuan’ın bir kaç yıl önce kendilerinden alınıp, gümrüksüz özerk bir duruma getirilmesine hala öfkeliler.’  Labuan Sabah’ın Bruney’e komşu küçük bir liman şehri. ‘ Ormanlarının kesilip yok edildiğini düşünüyorlar ve tüm bunlar ve daha neler için Malezya Devletini suçluyorlar.’ Arkasından sanki kendisinin neyi temsil ettiğini hatırlamış gibi ‘ Sabah halkı değişime ve yeniliklere ayak uyduramayan bir millet. O yüzden de burada birşey yapabilmek çok güç’ diyerek, çaresizlik içinde başını iki yana salladı.

Malezya’daki 2013 seçimlerinin Müslüman kadınların baş örtüsü ve ailelerin üstündeki ‘iman’ baskısını kaldırıp kaldıramayacağı henüz meçhul.  Ama bu seçimlerde, Borneo’nun doğal güzellikleriyle ve yitip giden yağmur ormanlarıyla zaman zaman Medya’nın gündemine gelen Sabah’ın çok dinli olduğu gibi çok dilli ahalisi tek bir ses haline gelip, kendilerini her anlamda sömürdüğünü hissettikleri Malezya’ya karşı yıllardır vermek istedikleri cevabı seçim sandıklarından çıkarabileceklerine tüm kalpleriyle inanıyorlar. ‘Tabii ki her şey yolunda giderse, tabii ki Malezya Devletinin hilelerine maruz kalmazsak’ diye de ekliyorler. Bu cevapta onlara göre ya  bağımsızlık ya da Sabah’tan çıkmış bir partinin Sabah’ın yönetimini ele alması olacak.

Turkishtale , Mart 2013

Not.: Sabahlıların, bağımsızlıklarını alamadıklarını, Müslüman kadınların çıkmazının halen devam ettiğini, ve elli yıllık hükümetin halen iktidarını sürdürdüğünü bir son söz olarak eklemeye gerek var mı bilemiyorum. Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Sosyal medyada gördüklerimiz ve okuduklarımız, protestolar ve her şey, seçim zamanlarında bir hiçe dönüşüyorlar. Belki de Baudrillard yıllar önce içinde yaşadığımız zamanı tanımlayıp, arkasından suskunluğu seçtiğinde haklıydı. 

Comments

Popular posts from this blog

Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür

                                                                   Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür Oscar Wilde ’ ı okuyanlar bir mantra gibi bu dizeleri ezbere bilirler ‘ Herkes öldürür sevdiğini, bu böylece biline....’ Şiirsel olarak şaibeye yer bırakmasızın güçlü, entellektüel açıdan ise bir o kadar şaibeli bir dize. Wilde belki de bu dizelerle şunu demek istiyordu: Aşkın kendisi o kadar hileli ki hedef aldığını da kirletip değiştiren bir şey.   Oscar Wilde’ın sevgilisi Alfred Douglas’la olan ilişkisinde bu kesinlikle doğruydu. Zaten şımarık olan ‘Bosie’ Wilde’ın onu bir tanrı gibi görmesiyle daha da şımarmıştı. Şiir aynı zamanda Peygamber İsa’ya ihanet eden Judas’ın öpücüğüne de atıfta bulunuyor. Wilde paradoksu seven bir yazar, şairdi ve sevdiğini öldüren bir adam da bu iki zıtın sembolünü bulmuştu. Şiir aynı zamanda Datevari bir cehennemi ve ölümcül bir cezaevi çemberini müekemmel bir biçimde betimliyor. Readıng Zindanı Baladı şiir dünyasına nadir gelen harikulade

ŞİDDETİN KISA TARİHİ

                                                        Şiddetin   Kısa Tarihi Telefonum uzun uzun çaldı. Gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı.   Cevap verip vermemekte bir an kararsız kaldığımdan uzandığım yerde öylece kalıp gecenin karanlığında tavanı seyrettim, bir süre sonra susacağını umarak. Susmadı çalmaya devam etti. Telefona erişmek için acele etmektense, yattığım yerden yavaş yavaş doğrulup, yan tarafımda yatmakta olan kedim Reçel’i okşadım. Beni niye rahatsız ediyorsun der gibi ‘ mmmmmmh’ diye mırıldandı. Telefonumun yanına vardığımda, benim geldiğimi sezmiş gibi telefon çalmayı kesti.   Arayan kardeşim Eliz’di.   Gecenin bu saati aradığına göre belki önemli bir şey vardı.   Aramızda beş saatlik zaman farkının olduğunun farkındaydı. Sabahı beklemektense hemen geri aradım. ‘ Ablacım aramızdaki saat farkını unutmuşum. Kusura bakma.’ diye başladı ben henüz hiç bir şey söylemeden. Önemli bir şey söyleyeceği içime doğmuş gibi, halini hatırını sormadan ‘ Ne oldu?’ diye sor