Malezya’lı Müslüman Kadınların Çıkmazı
Malezya’lı Müslüman kadınlar
öfkeli. Özel ve sosyal yaşamlarını
etkileyen Malezya devletinin baş örtüsü baskısından kurtulmak istiyorlar.
Seksenli yıllara kadar kendi bilinçlerinin göstergesi olan inançlarını, ansızın bir
gün Malezya devleti baş örtüsü takarak ve islamiyete uygun bir biçimde giyinerek
uygulamalarını söyledi kadınlara. Olası bir sosyalizm tehlikesine karşı
İslamlaştırma politikaları Malezya’da da başlamıştı. Söylemekle kalmayıp, İlkokul
birinci sınıftan itibaren tüm Müslüman çocuklar her gün bir saat islami ders
alacaklar, üstüne üstlük Müslüman kız çocukları sadece İslami derslere değil,
tüm derslere başları kapalı katılacaklardı. Ondan sonraki yıllarda kendilerini
modern olarak niteleyen ve nüfus kağıdında ‘İslam’ yazan tüm kadınlarda dahil
olmak üzere erken yaşlardan itibaren kamuya açık yerlerde müslüman olduğunu baş örtüsüyle ve İslamiyete
uygun kılık kıyafetleriyle kanıtlamak zorundaydılar.
O günden bugüne, ana okulundan lise sonuna kadar tüm Müslüman kız çocukları okula beyaz baş örtüsü ( Tudong) takarak geliyorlar. Bu örtüyü hangi derse katılırlarsa katılsınlar, çıkarmaları yasak. Çıkarmaya cüret eden olursa din öğretmeninin disiplininden payını alıyor.
O günden bugüne, ana okulundan lise sonuna kadar tüm Müslüman kız çocukları okula beyaz baş örtüsü ( Tudong) takarak geliyorlar. Bu örtüyü hangi derse katılırlarsa katılsınlar, çıkarmaları yasak. Çıkarmaya cüret eden olursa din öğretmeninin disiplininden payını alıyor.
Bugünlerde
bu baskıya karşı sesini yükselten kadınlardan biri seksenli yıllardaki
İslamlaştırmanın mimarı olan eski başbakan Mahathir Mohamad’ın kızı Marina
Mohathir. Marina, Müslüman kadınları İslami konularda aydınlatmak üzere
kurulmuş olan kadın vakfı SIS’e danışmanlık yapıyor ve vakfın çıkardığı, islam’da
kadın hakları ve özellikle de baş örtüsü, giyim kuşam, miras ve erkeklerin
İslam’ı kendi yararlarını yorumlayıp birden fazla kadınla evlenmesine yönelik
konularda, ilk kez sesini yükselten SIS dergisine sürekli yazılar yazıyor. Marina,
Müslüman kadınların üstündeki baş örtüsü ( Tudong) baskısını Güney Afrika’da Beyazların
Afrika yerlilerine karşı ayrımcılık ve baskı politikalarına benzetip, bu
baskının Müslüman kadınları, ülkedeki daha özgür ve liberal olan Çin kökenli
Budist ve diğer müslüman olmayan kadınlara oranla fazlasıyla körelttiğini, cahilleştirdiğini
belirtti.
Ya ailelerin üstündeki İslamlaştırma baskısı
Bu baskı
sadece Müslüman kadınlarla sınırlı değil. İslam Malezya Devletinin resmi dini
olduğu gerekçesiyle tüm Müslümanlar dini bütün olduğunu ve dinlerinin gerekleri
doğrultusunda yaşadıklarını göstermek zorunda. Kişinin kalbine ve bilincine kalması gereken
inancı Malezya devletinin resmi dini ‘İslam’ olduğu gerekçesiyle, eğitim, ahlak
polisi, giyim kıyafet ve baş örtüsü baskısı olarak bireylerin özel ve toplum
yaşamlarında ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallanıyor. Suudi Arabistan’ın topuğu göründü diye
kadınların bacaklarına değnekle vuran polisi varsa, Malezya’nın da Ramazan’da Müslüman
olduğu düşünülen ve Cafe’lerde oturan ahalisine kimlik sorup, onları polis
İstasyonuna götürme yetkisi olan ahlak polisleri var. Diğer dinlere mensup komşularıyla
hoşgörülü bir alışveriş içinde olan müslüman aileler, çocuklarını Kuran
kurslarına göndermek zorundalar. Göndermeyenler, devletin fişlemelerinden ve
ahlak polisinin ziyaretlerinden paylarını düşeni alıyorlar. Dahası kendileri
ılımlı müslüman olan aileler, çocuklarının bu derslerde beyinleri nelerle
dolduruluyorsa, onların daha muhafazakar, daha militan olduklarına şahit
oluyorlar.
Yan
komşumuz müslüman bir aile. Sabah’ın çok dilli ve çok dinli karakterine uygun
olarak, bu ailede kendilerini Bacau olarak görüyor ve Bacau dilinde
konuşuyorlar. Anlattıklarına göre kökenleri Filipinler’den gelen göçmenlere
dayanıyormuş. Ali onların altı çocuklarından biri. Sekiz yaşında olcukça zeki
ve kırsal bir yerde yaşıyor olmalarına rağmen Ali İngilizce’yi kusursuz
konuşuyor. Ali’nin babası Abtah, Ali’nin İngilizce’yi çok iyi konuşmasına
rağmen, Bahasa Malez dilini öğrenmede güçlük çektiğini söyledi. Ali okulunda her gün bir saat İslami dersler
almasına ek olarak haftada iki gün öğleden sonraları İslami eğitimine Kuran okulunda devam ediyor. İslami dersler aldığı okulunu ‘benim diğer
okulum’ diye niteliyor. Bizi ziyaret ettiği günlerden birinde, küçük bir köpeği
bizim bahçede gördüğünde tepkisini şöyle dile getirdi; ‘Kovalayın o köpeği.
Bana dokunursa Hıristiyan olurum’. Ali’nin küçük beyninin diğer incileri ise; ‘
Hıristiyanlar ‘Hari Raya’ kutlayamaz, sadece müslümanlar kutlayabilir.’
‘Hıristiyanlar ‘İnşallah’ diyemez.’ ‘ Çinliler Tanrı’sız millet’. Sekiz
yaşındaki Ali’nin bu incilerine şaşmamak gerek aslında.
İslam’dan mı yoksa Kendimden mi?
Faruk
Peru, seksenli yıllarda henüz komşumuz Ali’nin yaşındayken Malezya’nın
İslamlaştırma politikalarıyla beyni yıkanan milyonlarca çocuktan biri. Kendini
henüz çocuk yaşta seksenli yıllarda ‘Müslüman olduğunu gösterme’ baskısının
içinde bulan Peru, bunun sonraki yıllarda psikolijisini nasıl etkilediğini
İngiltere’de yayınlanan ‘Critical Muslim’ dergisinde ‘Kendimden nefret
ettim’diye başlayan yazısında anlatıyor. Peru yazısındaMalezya’da Müslüman
olmayı ve kişinin kendi bilincine kalmış ‘iman’ ya da ‘inanç’ı devletin kanun
haline getirmesini ‘küstahlık’ olarak
niteliyor. Seksenli yıllarda kendini zorunlu İslami derslerin içinde bulan
Farouk Peru bunu şöyle anlatıyor: ‘ Malezya’da resmi olarak bir kişi Müslüman
doğmuşsa Müslüman ölmek zorundadır. İnanıp inanmaman tamamen farklı bir konu.
Sonuçta Müslüman olduğun kimlik kartında yazılı olmak zorunda. Müslüman
genellikle Malez’dir ve Malez daima Müslüman olmak zorundadır. Müslüman olarak,
tüm Malez’lerin ilk okul ve Lise
eğitimleri boyunca İslami derslere katılmaları zorunludur. Benim kendimden
nefret etmem bu zorunlu dersler sırasında başladı. İslami eğitimin ilk dersini
hala hatırlayabiliyorum. Peygamber’in dedesi Abd Al- Mutalib’i öğrenmekle
başlamıştık. Şaşırdığımı kafamın karıştığını hatırlıyorum. Bu derslerle şaşırmış, kafam karışmıştı ve
bana verilen bilgileri nasıl kabul edeceğimi bilmiyordum. Sonuçta bilinçli bir
seçim yaptım - yedi yaşında var ya da yoktum- Bana verilen bilgileri ne yapacağımı bilmesem de tüm hepsini
ezberlemeye karar verdim. Din hocamın bana sürekli hatırlattığı gibi
sınavlarımı geçip ‘A’ almak zorundaydım.’
Peru’nın
ızdırabı sadece okuldaki Müslüman’laştırma
baskısıyla kalmadı. 1980’li yılların ortalarından itibaren, o zamana
kadar dindar olmaktan çok uzak olan ailesi, birdenbire beş vakit namazında
Müslümanlar olmaya başladı. Faruk’un okulda aldığı İslam dersleri yetmiyormuş
gibi, bir Kuran hocası da eve gelmeye başladı. Kuran’ı tam olarak
ezberleyebilsin diye. Daha sonraları
Kuran hocasının da aynen kendisi gibi, okuduklarının bir kelimesini bile
anlamadığını öğrenecekti. Onun için okudukları sayfalar, anlamadığı ve hiç
aşina olmadığı yazılardan ibaretti. Kuran’ı hatimetmesinin şerefine evde küçük
bir mevlit okuttular. Kuran hocası Faruk’a Kuran’ı hergün okumasını bunu
yapamıyorsa haftada bir okumasını, onu da yapamıyorsa hergün sayfalarını açıp
öpmesini, çünkü her sayfanın özel bir kutsallığı olduğu nasihatını verdi. Ondan
sonraki uzun yıllar boyunca Faruk, Kuran’ın kapağını açmadı. Müslüman olarak
kendine dönük nefreti, kağıt üstünde Müslüman olan ama gerçekte Hindu olan bir
arkadaşının Hinduizm’e dönmek istemesiyle daha da arttı. Arkadaşı Asıf’ın
dedesi, Müslüman bir kadınla evlenebilmek için din değiştirmişti. Kızları Asıf’ın annesi bir Hindu ile
evlendiğinde adam din değiştirmek zorunda kalmıştı. Bu da yasalaşan İslam’ın
dayatmalarından biriydi. Böylece gerçekte Hindu olan ailenin çocukları okula
Müslüman çocuklar olarak kaydedilmişlerdi. Müslüman ailenin çocukları için bile
oldukça sıkıcı olan bu dersler, gerçekte Müslüman olmayan Asıf ve kardeşleri için daha da kötüydü. Asıf,dedesinin ve babasının dini olan Hindu dinine
dönmek istediğini Faruk’a anlattığında bunu sadece kendine değil İslam’a karşı
derin bir ihanet olarak gördü. Asıf ve ailesi Şeriat yasasına göre üç gün
kararlarından dönmek için bir şans verilmeli, eğer kararlarını değiştirmezlerse
idam edilmeliydiler. Bu düşünce içindeki
kendine yönelik nefreti daha da açığa çıkarmıştı. Bir taraftan arkadaşına karşı
öfke duyuyor bir taraftan İnanç kişinin kendine bağlı olamaz mı sorularını
soruyordu. Ya geleneksel Müslüman bir ailede doğup büyüyen ve artık Müslüman
olmak istemeyen birine ne olacaktı? Tanrı aşkına mı yoksa Malezya’yı Müslüman
çoğunluğun devleti yapmak için mi Müslümanız soruları kafasında dolaştı.
Malezya’da Müslüman olmaktan nefret etti. Bu nefret bir gün kendisine ‘ İç
bilincinin kutsal kitabın yasalarıyla uyuşmadığı’ söylendiğinde daha da arttı. İslam
büyüklerinden birisi ona Sahih al-Bukhari’nin hadislerinden birinde
Peygamber’in açık bir biçimde İslam’dan kim ayrılırsa öldürülmesini belirttiğini
anlattı. Bu onda tamamen duygusal bir çöküşe yol açtı. Kutsal yasa açıktı ve bu
yasaya sorularıyla karşı çıkıyordu.
İslam’ın böylesi insanlık dışı bir doktirini nasıl yayabildiğine şaştı.
Bir kez Müslümansan bir daha çıkış yoktu. İnancını kaybetsende, evlilik yoluyla
Müslüman olsanda ya da hile ile din değiştirmeye zorlansan da farketmiyordu. Sonuçta İslam’dan ayrılmak sanki Ummah’ın
doğruluğu zorla boyun eğmeyi ve devletin yasalaştırdığı İnanç’a dayanıyormuş
gibi İslam’dan ayrılmaya kalkarsan vay haline idi. Farouk, daha sonraki
yıllarda aynen kendisi gibi sorular soran ama bunları dillendiremeyen Müslümanlarla
tanıştı.
‘Küçük
yaşlardan itibaren İslami olan herşeyi sadece kutsal değil ama İlahi olarak
görmem aşılandı. Bu da İslam’ın dokunulmazlığı demekti ki, İslam kişinin
sorabileceği olası soruları bu dokunulmazlığıyla korkutup savuşturuyor. Problem
ise hepimiz insanız, duygusal varlıklarız. Hissettiklerimiz ya da
düşündüklerimiz, cevaplanmadan bırakıldığında ya kayıtsızlık ya da daha kötüsü
benim durumumda olduğu gibi kendinden nefret etme olarak ortaya çıkıyorlar’
diyor Faruk Peru. Peru Üniversite eğitimi için gittiği İngiltere’de,
çocukluğundan beri Devlet tekelinde gördüğü İslam’ın şaşırtıcı çok yönlülüğünü
keşfetti. ‘Bunu anlamam biraz zaman aldı ama
kendimi karanlık bir dogmanın tutsağı olmaktan kurtardım. Artık Müslüman
olduğum için kendimden nefret etmiyorum’ diyor ve yazısını şöyle noktalıyor Faruk
Peru: ‘ Kuran’ı incelemeye yeniden başladım ve kendi iç benliğimle ahenk içinde
olduğunu buldum. Zorla iman diye bir şey yok. İnanç ya da İman Tanrı’nın
işaretlerini hisseden birinin kabul edeceği bir şey. Her kişi bu işaretleri
farklı bir şekilde hisseder. İman’ı yasalaştırabileceğimizi düşünmek ise sadece
imkansız değil aynı zamanda küstahlıktır.‘
Faruk
Peru yıllar sonra hem kendisiyle hem de inancıyla, Malezya’dan uzakta bir
uzlaşma yolu bulmuş bulmasına ama yazısında bahsettiği Devlet’in tekelindeki İslam
ve onun politik yorumcuları Malezya’nın çok dilli, çok dinli kültürünü
karıştırmaya devam ediyor.
Sabah’lılar da aynı çıkmazda
Geçenlerde
İslamcı ve aşırı sağcı bir partinin genel başkanı, Malez dilinde yayınlanan
İncil’de ‘Tanrı’ yerine ‘Allah’ geçti diye tüm Müslümanları İncil’i yakmaya
çağırdı. Bunun üstüne 1963’te Britanya ve Malezya’nın aralarında anlaşmaları
sonucu kendilerini Malezya Federasyonu’nun bir uzantısı olarak bulan Sarawak ve
Sabah’lılar federasyondan ayrılma çağrıları yapmaya başladılar. Malezya
Devletinin İslamlaştırma
politikalarından paylarına düşeni fazlasıyla alıyor olan çoğunluğu Hıristiyan ve
Budist Sarawak ve Sabah’lılar artık kendi bağımsızlıklarını istiyorlar. Malezya
Devletinin din ayrımcılığının bir ürünü olarak başta eğitim olmak üzere tüm
köşebaşlarına ana kara Malezya Devletine sadık müslümanlar yerleştirilmiş
durumda. Kendilerine karşı yapılan bu ayrımcılığa Sabah ve Saravak’lılar dur
demek istiyorlar. Sabah halkı iseMalezya’nın en çok vergi verip en yoksul
eyaleti durumuna getirilmiş olmayı içine sindiremiyor. Sabah’ın iç kesimlerinde
olan Kota Marudu kasabasında tanıştığım orta yaşlı bey; ‘ Elli yıldır
boyunduruk altında yaşıyoruz’diyor, ‘ şöyle bir bak bakalım etrafına’ gözleri
kıvılcımla parlıyor ‘şu kahrolası Palm yağı ağaçlarını çıkardılar başımıza.
Sabah’ın altını üstünü delik deşik ettiler. Orman diye bir şey kalmadı bu
ağaçlar yüzünden. Kim kazanıyor dersin? Malezya’nın Kuala Lumpur’da oturan zengin
aileleri. Bu kez değiştireceğiz. Hıristiyan, Müslüman, Taoist, Budhist, tüm
Sabah’lılar birleşmiş durumda. Sabah’ı ne hale getirdiklerini hepimiz şahit
oluyoruz. Artık Sabah’ı Sabah’lıların sahip çıkma zamanı geldi ve neredeyse
geçiyor.’
2013 Mart seçimleri tüm bunları
değiştirebilir mi?
Bu
değişikliği yapmak içinde Mart’ın son haftalarında gerçekleşecek olan genel
seçimi dört gözle bekliyorlar. Bekliyorlar beklemesine ama Malezya Devleti’nin
seçim sırasında yapabileceği hilelere karşıda oldukça temkinliler. Geçenlerde
Medya’ya sızan bir habere göre önceki seçimlerde, hükümete oy vermeleri
şartıyla Sabah’ta yüz binlerce müslüman Endonezya’lı ve Filipin’li illegal
göçmenlere nüfus kağıdı ve oturum verildiği ortaya çıktı. Oysa Saravak’ta ve
Sabah’ta tabiiyatları almak için yıllardır uğraşan yerliler var.
Muhalif
partilerin seçim kampanyası yapabilmeleri için sadece üç hafta izinleri var ve
bu kampanya sırasında medya’yı kullanmaları yasak. Oysa iktidar aylarca öncesinden muhaliflerin
ülkeyi bölme çalışmalarını anlatmaya başlamış durumda. Malezya Devleti seçime
yaklaşırken fukara ailelerin sempatisini kazanmak için okula giden her çocuğa
100 Ringit dağıttı. Kota Marudu’nun köylerinden Masalog’taki İlk okul’da
yapılan para dağıtma törenine, İktidar partisi’nden Kota Marudu’nun belediye
başkanı Anita Hanım, onu her gittiği yerde eşlik eden gelini Rohaya ve köy
okullarından öğretmenler, öğrencileri ve aileler katıldı. Yanı başımda oturan baş örtülü Müslüman
öğretmenlerden bir tanesi ‘ Hükümetin hilelerinden biri bu. Bu para yerine
çocukların kütüphanelere, kitaplara, bilgisayarlara ihtiyaçları var.’ dedi
kulağıma eğilerek. Tören okuldaki İslam hocasının duasıyla başladı. Arkasından
Malezya milli marşı, onun arkasından Sabah’ın kendi bölgesel marşını hep
birlikte okudular. Malezya milli marşına sadece bir kaç kişi katılırken
Sabah’ın kendi marşında çoluk çocuk her kes ayaktaydı. Törenin sonlarına doğru
Anita Hanım’ın gelini Rohaya yanıma
oturdu. ‘ Seçimi kazanabilecek miyiz bilmiyorum’ dedi. ‘ Sabah’lılar geri
kafalı, yenilikleri kabul etmiyorlar. Şu oturduğumuz salonda bile bize karşı
olan çok kişi var’. Doğru tahmin etmişti. Törenden sonra yemek salonunda Anita
Hanım’la birlikte bulunmaktansa herkes sessizce ortadan kaybolmayı seçmişti.
Rohaya kolumdan çekiştirerek ‘ Gel, zaten burada hiç bir arkadaşım yok’ dedi.
Bilinmedik tuhaf bir atmosferde, yabancı olmak bunaltıcı bir şeydi. Okuldaki
yemek salonunun dört tarafı masalarla çevrilmişti ama on kadar ya var ya
yoktuk. Anita Hanım ve bir kaç resmi görevli odanın uzak köşesindeki masaya
iliştiler. Rohaya onlardan uzağa oturup beni de yanına aldı. ‘Bilmiyorum,
Hükümete karşı garezi var bu Sabah’lıların.’diye fısıldadı kulağıma. Tören
sırasındaki hoşnutsuzluk onu etkilemiş görünüyordu. ‘ Ne gibi?’ diye sordum. ‘
Mesela, Petronas’ın ana kara Malezya’ya ait olmasını kabul edemiyorlar.’
Petronas ülkenin petrol istasyonlarını elinde bulunduran ve petrol’ü de
Sabah’ın yer altı kaynaklarından edinen ve hükümetle çok yakın bağlantısı olan
ülkenin en büyük şirketlerinden biri. ‘Diğeri de Labuan’ın bir kaç yıl önce
kendilerinden alınıp, gümrüksüz özerk bir duruma getirilmesine hala
öfkeliler.’ Labuan Sabah’ın Bruney’e
komşu küçük bir liman şehri. ‘ Ormanlarının kesilip yok edildiğini düşünüyorlar
ve tüm bunlar ve daha neler için Malezya Devletini suçluyorlar.’ Arkasından
sanki kendisinin neyi temsil ettiğini hatırlamış gibi ‘ Sabah halkı değişime ve
yeniliklere ayak uyduramayan bir millet. O yüzden de burada birşey yapabilmek
çok güç’ diyerek, çaresizlik içinde başını iki yana salladı.
Malezya’daki
2013 seçimlerinin Müslüman kadınların baş örtüsü ve ailelerin üstündeki ‘iman’
baskısını kaldırıp kaldıramayacağı henüz meçhul. Ama bu seçimlerde, Borneo’nun doğal güzellikleriyle
ve yitip giden yağmur ormanlarıyla zaman zaman Medya’nın gündemine gelen Sabah’ın
çok dinli olduğu gibi çok dilli ahalisi tek bir ses haline gelip, kendilerini
her anlamda sömürdüğünü hissettikleri Malezya’ya karşı yıllardır vermek
istedikleri cevabı seçim sandıklarından çıkarabileceklerine tüm kalpleriyle
inanıyorlar. ‘Tabii ki her şey yolunda giderse, tabii ki Malezya Devletinin
hilelerine maruz kalmazsak’ diye de ekliyorler. Bu cevapta onlara göre ya bağımsızlık ya da Sabah’tan çıkmış bir
partinin Sabah’ın yönetimini ele alması olacak.
Turkishtale , Mart 2013
Not.: Sabahlıların, bağımsızlıklarını alamadıklarını, Müslüman kadınların çıkmazının halen devam ettiğini, ve elli yıllık hükümetin halen iktidarını sürdürdüğünü bir son söz olarak eklemeye gerek var mı bilemiyorum. Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Sosyal medyada gördüklerimiz ve okuduklarımız, protestolar ve her şey, seçim zamanlarında bir hiçe dönüşüyorlar. Belki de Baudrillard yıllar önce içinde yaşadığımız zamanı tanımlayıp, arkasından suskunluğu seçtiğinde haklıydı.
Not.: Sabahlıların, bağımsızlıklarını alamadıklarını, Müslüman kadınların çıkmazının halen devam ettiğini, ve elli yıllık hükümetin halen iktidarını sürdürdüğünü bir son söz olarak eklemeye gerek var mı bilemiyorum. Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Sosyal medyada gördüklerimiz ve okuduklarımız, protestolar ve her şey, seçim zamanlarında bir hiçe dönüşüyorlar. Belki de Baudrillard yıllar önce içinde yaşadığımız zamanı tanımlayıp, arkasından suskunluğu seçtiğinde haklıydı.
Comments
Post a Comment