Skip to main content

Rastlaşmalar 2


 

 

                                                Rastlaşmalar 2 - Gertrude

 

Onu ilk gördüğümde Borneo’da  Sabah’ın  ücra bir köyünde kalacak bir yer bulmanın heyecanı içindeydik.  Köy hindistan cevizi ağaçlarıyla çevrili, ağaç evlerden oluşmuş bir köydü.  Ağaç evler direklerin üstüne oturtulmuş, altlarından rüzgar geçsin ve evi serinletsin diye boş bırakılmıştı. Evlerin tabanı bambu ağaçlarından kesilmiş tahtalarla döşenmişti.  Bu döşemelerin üstünde ilk yürüdüğümde döşemelerin beni rahatlattığını hissettim. Masaj taşlarının üstünde yürümek gibi bir şeydi.  Yaşam bu ağaç evlerde  karmaşadan ve lüksten oldukça uzaktı. Tüm gerekli şeyler çoğunlukla bambudan oymaydılar. Kaplar, kacaklar, tuzluklar, duvarda asılı müzik aletleri bile...

Bulduğumuz ev ağaç ev olmasına rağmen sonradan alt katı çevrilmiş, salon, mutfak, banyo ve önüne de bir teras eklenmişti. Geniş bir bahçenin ortasındaydı ve diğer komşu evlere göre pahalı görünen bir evdi. Bir akşam üstü eve bakmaya gittiğimizde ev sahibi ile konuşurken birden gözüm salonun yüksek duvarına kaydı.  Duvara dört ayağı ile yapışmış bizi dikkatle dinler bir havası vardı. Gözleri kırmızı, sırtı yeşil ve kırmızı beneklerle kaplıydı.  Bizimle evi bakmaya gelen arkadaşımız korkuyla irkildi. ‘ Saldıracak gibi görünüyor’. Ev sahibi hiç sakin görünüşünü bozmadan ‘ gelirler giderler... Çok yaklaşmadığınız sürece hiçbir şey yapmazlar’ dedi. Çok yaklaşmadığınız sürece? Ya farketmeden dokunursak?

Bizden önce evi sahiplenmiş olan bu ilginç yaratıkla iki yıl geçirecektik. Çok geçmeden bizim hemen yanıbaşımızda yaşamasına rağmen oldukça inzivada gizemli bir hayat sürdüğünü farkettim. Eğer bizimle aynı odadaysa bir resmin ya da duvardaki aynanın arkasına saklandığını gördüm. Yerliler onu tokay diye biliyordu. Arasıra özellikle de kendisinin alanının tehlike altında olduğunu hissettiği zamanlarda ya da kendisine eş ararken çıkardığı beş mahalleyi uykusunda uyandıran  tokkkkaaaaay, tokkkkkayyyy, tokkkkkaayyyy çığlığından dolayı.
Bu sesi ilk kez duyduğumda gece yarısını çoktan geçmiş derin bir uykudaydım.  Ses sanki kulaklarımı delecek gibiydi. Apar topar salona geldiğimde bir değil iki tane olduklarını gördüm.  Eve davetsiz bir misafir gelmişti ve onu evden dışarı atmak için her şeyi yapacaktı. Benim orada bulunmam bile çığlıklarını kesmedi. Duvardan duvara atlıyor istenmeyen misafiri sindirmek için herşeyi yapıyordu.  Koşa koşa yukarı kata çıkıp kapıyı kapattım. Sabah salona geldiğimde akşamki kovalamacanın aksine sessiz bir sakinlik vardı. Tokay’dan ise hiç bir işaret yoktu. Ya gizli zulalarından birinde akşamın heyecanından kendini dinlenmeye vermişti ya da evden dışarı çıktığı o ender zamanlardan biriydi.

Bir süre sonra kendimi bu yaratığın hayatına iyice vermiş olduğumu farkettim.  Yerlilerden sadece Sabah’ın bu bölgesinde yaşadığını öğrendim. Hakkında rivayetlerde dolaşıyordu.  Kimilerine göre zehirli bir yaratıktı. Rivayete göre yakınlarda küçük bir çocuğu ısırmış, ve çocuk ölmüştü. Çinliler kanını ilaç yapımında kullanıyorlardı. Eğer boyu belli bir seviyenin üstündeyse fiyatı 10000 Ringit’e kadar çıkabiliyordu. Sadece belli bölgelerde yaşadıkları için türleri koruma altındaydı.

Sabahları kalkar kalkmaz bizim tokay’ın evdeki mevcudiyeti beni meşgul eder hale geldi. Evin içindeyse neredeydi? Dışındaysa ne zaman gelecekti? Genellikle geceleri aktif hale geliyordu. Bir gün bizim evin kedisine de kendisini tanıtıp ‘ sakın bana saldırma salaklığında bulunma’ uyarılarından sonra Gertrude’un- ona bu adı vermiştik- evin tek sahibi olduğu konusunda biz evi paylaşanlar hayvanlar ve insanlar hemfikir olduk.  Çevredeki kuşların kumruların canına okuyan Marmalade bu sessiz ve gizemli yaratığın kendisi için tehlikeli olduğunu, bir iki dakika mırmır yapıp kıçını ona saldıracakmış bir o yana bir bu yana salladıktan sonra, avının kaçmak yerine dimdik gözlerinin içine baktığını görüp, tısmış gerisin geri gelip, çalışma masamın üstüne uzanıp yattığı yerden bu yaratığı izlemenin kendisi için en sağlıklısı olacağına karar vermişti.

Böylece Gertrude evdeki hakimiyetini herkese sessiz bir dille anlatmıştı. Bizim onunla aynı alanı paylaşmamız, onun evin içinde sinek, örümcek küçük kertenkele avına çıkmasına engel değildi. Bazen avının peşine düşüp başımızın üstünden atladığı bile oluyordu.  Arasıra dengesini kaybedip üstümüze düştüğü ve birimizi o ölümcül ısırığıyla damgaladığı karabasanları da görüyordum.

Bir gün kısa seyahatlerimizden dönmüştük. Akşamüstü güneş batmış alacakaranlık çökmüştü.  Tam eve girerken terasın çatısından bir şeyin sallandığını farkettim. Sanki bir yaratık, belki bir boa yılanı bir tavuğu ya da büyükçe bir kuşu boğazlamaya çalışıyordu. Fazla yaklaşmadan feneri yukarı doğru tuttuğumuzda şaşkınlık içinde Gertrude’un kocaman bir kuşa çenesini kilitlemiş olduğunu gördük. Tüm dikkatini avını kaçırmamaya vermişti. Birdenbire bizi karşısında bulması bile onu yaptığı bu küçük suçtan alıkoymayacaktı. Bir kaç saat sonra sessizce evin içindeki yerini aldı.

Bir akşam yemeğe gelen arkadaşımız Nicholas, Gertrude’un ev sakinlerinden biri olduğunu duyduğunda ‘ nefret ediyorum bu yaratıklardan’ dedi ‘ özellikle de çığlıklarından, geceleri onların yüzünden uyuyamıyorum. Hatta bir fare fakanı bile aldım piçleri yok etmek için’. Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. ‘Türlerinin koruma altında olduğunu biliyorsun değil mi? ‘

‘Beni ilgilendirmiyor, onlarla yaşamak zorunda değilim.’

‘ Ama ormanın içinde, onların alanında yaşayan sensin.’

İngiltere’de Oxford’da büyümüştü. Borneo’ya gelmeden önce ağaç evlerde yaşamanın hayalini kurmuştu. Şimdi ise onu çevreleyen doğanın sesinden getirdiklerinden nefret ediyordu. ‘ Bu yere dayanamıyorum, yakında beni deli edecek.’ dedi. Evinin duvarına gelen bir tanesini fare fakanıyla yakalamış, arabasına atlayıp, elli altmış kilometre uzaklıkta bir yerlerde fare kapanının ağzını açıp salıvermişti. Duyduklarıma gözlerim kocaman açılmıştı. İtiraz edecek bir şeyler bulmaya çalıştım ama çaresizdi. Böyleleri niye buralara geliyordu?   Gertrude  onun şikayetlerini duymuş gibi saklandığı mutfak dolabının arkasından kendince cevabını verdi ‘ tokkkkkayyy, tokkkkkayyyy, tokkkkkayyyy....’ Kahkahayı basmamak elde değildi.

Borneo’nun bu kırsal yerindeki zamanımız dolduğunda, yavaş yavaş resimleri duvarlardan indirdik. Gertrude saklandığı yerden bizi izledi. Saklanacağı tek yer mutfak dolabının arkasıydı artık. Gitme zamanı geldiğinde onu bulunduğu yerde son bir kez daha görmek istedim. Yoktu.  Kampung Korongkom’a bir daha geri dönmedik. Ondan sonra altı ay boyunca oturduğumuz Tuaran’da ise tokayı görmek değil sesini bile duymak imkansızdı. 

Şimdi ise iki yıl boyunca böyle bir yaratıkla aynı alanı paylaşmakla kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. Doğanın ender yaratıklarından biri. Kimilerine göre yok edilmesi gereken zararlı bir canlı, kimilerine göre kanı pahasına yakalanıp, satılıp öldürülen, kimine göre kafeste tutulup beslenen bir yaratık, oysa  o bulunduğu çevrenin giderek istila edildiğini farkeden ve buna rağmen kendini adapte ederek yaşamını sürdürmeye çalışan doğanın değerli varlıklarından biri.  Hoşçakal Gertrude...
 

Nisan/2015, Sekinchan

Ayfer G. Cambier


Comments

Popular posts from this blog

Malezya'da Müslüman Olmak ve Malezya Halklarının Çıkmazı

                                   Malezya’lı Müslüman Kadınların Çıkmazı Ma lezya’lı Müslüman kadınlar öfkeli.   Özel ve sosyal yaşamlarını etkileyen Malezya devletinin baş örtüsü baskısından kurtulmak istiyorlar. Seksenli yıllara kadar kendi bilinçlerinin göstergesi olan inançlarını, ansızın bir gün Malezya devleti baş örtüsü takarak ve islamiyete uygun bir biçimde giyinerek uygulamalarını söyledi kadınlara. Olası bir sosyalizm tehlikesine karşı İslamlaştırma politikaları Malezya’da da başlamıştı. Söylemekle kalmayıp, İlkokul birinci sınıftan itibaren tüm Müslüman çocuklar her gün bir saat islami ders alacaklar, üstüne üstlük Müslüman kız çocukları sadece İslami derslere değil, tüm derslere başları kapalı katılacaklardı. Ondan sonraki yıllarda kendilerini modern olarak niteleyen ve nüfus kağıdında ‘İslam’ yazan tüm kadınlarda dahil olmak üzere erken yaşlardan itibaren kamuya açık yerlerde   müslüman olduğunu baş örtüsüyle ve İslamiyete uygun kılık kıyafetleriyle k

Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür

                                                                   Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür Oscar Wilde ’ ı okuyanlar bir mantra gibi bu dizeleri ezbere bilirler ‘ Herkes öldürür sevdiğini, bu böylece biline....’ Şiirsel olarak şaibeye yer bırakmasızın güçlü, entellektüel açıdan ise bir o kadar şaibeli bir dize. Wilde belki de bu dizelerle şunu demek istiyordu: Aşkın kendisi o kadar hileli ki hedef aldığını da kirletip değiştiren bir şey.   Oscar Wilde’ın sevgilisi Alfred Douglas’la olan ilişkisinde bu kesinlikle doğruydu. Zaten şımarık olan ‘Bosie’ Wilde’ın onu bir tanrı gibi görmesiyle daha da şımarmıştı. Şiir aynı zamanda Peygamber İsa’ya ihanet eden Judas’ın öpücüğüne de atıfta bulunuyor. Wilde paradoksu seven bir yazar, şairdi ve sevdiğini öldüren bir adam da bu iki zıtın sembolünü bulmuştu. Şiir aynı zamanda Datevari bir cehennemi ve ölümcül bir cezaevi çemberini müekemmel bir biçimde betimliyor. Readıng Zindanı Baladı şiir dünyasına nadir gelen harikulade

ŞİDDETİN KISA TARİHİ

                                                        Şiddetin   Kısa Tarihi Telefonum uzun uzun çaldı. Gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı.   Cevap verip vermemekte bir an kararsız kaldığımdan uzandığım yerde öylece kalıp gecenin karanlığında tavanı seyrettim, bir süre sonra susacağını umarak. Susmadı çalmaya devam etti. Telefona erişmek için acele etmektense, yattığım yerden yavaş yavaş doğrulup, yan tarafımda yatmakta olan kedim Reçel’i okşadım. Beni niye rahatsız ediyorsun der gibi ‘ mmmmmmh’ diye mırıldandı. Telefonumun yanına vardığımda, benim geldiğimi sezmiş gibi telefon çalmayı kesti.   Arayan kardeşim Eliz’di.   Gecenin bu saati aradığına göre belki önemli bir şey vardı.   Aramızda beş saatlik zaman farkının olduğunun farkındaydı. Sabahı beklemektense hemen geri aradım. ‘ Ablacım aramızdaki saat farkını unutmuşum. Kusura bakma.’ diye başladı ben henüz hiç bir şey söylemeden. Önemli bir şey söyleyeceği içime doğmuş gibi, halini hatırını sormadan ‘ Ne oldu?’ diye sor