Skip to main content

Rastlaşmalar 1


                                                                Rastlaşmalar 1

‘Güzel şeylerden bahsetme zamanı şimdi. Tam da kötü haberler alırken tam da German Wing hava yollarının ikinci pilotunun 155 yolcuyla birlikte uçağını Fransız Alplerine 700 mil hızla bir ölüm yolculuğuna çıkmasının gizemi halen kafaları meşgul ederken. Tam da Endonezya’da sorumlu bakan, ülkesinde yıllardır süregiden işçi kölelerden bihaber olduğunu açıklarken. Tam da yaşadığımız zamanlar yeni bir terim ‘ Sanal Diktatatörlük’ ile tanımlanırken. Tam da öğrenme analitik bir süreç olması gerekirken günümüzde iletişim teknolojisiyle birlikte bir beyin yıkama sürecine dönüşmüşken.’
                                Sabah pusunun arasından pirinç tarlaları belirmekte...

Kafamda bu düşünceler ve doğduğum yerlerden fersah fersah uzak bir yerde sabahın puslu sıcaklığında yol almaktayım. Yolun iki tarafı pirinç tarlalarıyla kaplı. Düz dümdüz bir alan. Pirinç tarlalarının bittiği yerlerde Hindistan ağaçları ya da palm yağı ağaçları başlamakta. Hindistan ağaçlarına itirazım yok ama palm yağı ağaçları bu toprakları kötürümleştiren şeyler. Birileri bu ağaçların kırk yıl içinde toprağın tüm verimini aldığını ve kırk yıl sonunda  toprakların kullanılmaz hale geldiğini anlatmıştı. Bu ağaçları bu ülkede yetiştiren holdingler bunun sorumluluğunun farkında mı acaba? Ya da bugünün karı için yarını yok eden hükümetlere ne demeli?

Güzel şeylerden bahsetme zamanı şimdi?

Gözlerimi kocaman açıyorum. Pirinç tarlaları sabahın kalkmakta olan pusunun içinden yavaş yavaş belirmekte. Ülkenin bu bölgesi pirinç kasesi olarak bilinmekteymiş.  Daha önce yaşadığım adada pirinç tarlaları tepelerin arasına gizlenmişlerdi.  Güney doğu Asya’nın en yüksek dağı Kınabalu dağının gölgesinde kalan tepelerin arasnda cepcikler halindeydiler. Burada ise öyle düz ve sonsuz ki arada onları ayıran Palm Yağı alanları olmasa Hindistan Okyanusuyla birleşecek gibi görünüyorlar. Uçsuz bucaksız pirinç tarlalarına rağmen ülkenin bu bölgesi en fukara bölge olarak bilinmekte.  Çinliler, Endonezya’dan göçüp kendilerini müslüman oldukları için maley olarak tanımlayanlar, maley’ler ve Hindistan kökenlilerin birlikte yaşayıp ama kendilerini küçük alanlar yaratıp birbirlerine pek karışmadıkları bir coğrafya burası. Görünürde huzur ve harmoni var. Herkes kendi işinde.
                                                          Ülkenin pirinç kasesi

Radyo’nun sesini açıyorum. Spiker İngilizce haberleri okuyor.  Ülkenin diğer eyaleti Kedah’da ‘hudut yasası’ kabul edilmiş. Şeriat’ın içinde Allah’a karşı işlenen suçlara yönelik uygulanan bir yasa imiş.  Burası çok kültürlü bir ülke diyor içimden bir ses. Oysa çalıştığım maley okullarında beş yaşından itibaren kız çocukları okullara baş örtüsüyle gelmeye zorlanıyor. Ramazanda bir ay boyunca oruç tutmaya zorlanıyorlar. Hergün öğleden sonraları kuran kursuna gitmeleri zorunlu. Tüm bu zorunluluklar Malezya’nın elli yıldır hüküm süren hükümeti tarafından seksenli yıllardan beri müslüman doğanların üzerinde düzenli ve sistematik bir biçimde uygulanmakta. Okullar özellikle de taşra okulları bu zorunlulukları görev ve din bilinci adı altında küçücük beyinlere uyguluyorlar.  Analitik beyinlere sahip olması gereken öğretmenler ise rejimin ve bu ideolijinin uygulayıcı robotları haline gelmiş durumdalar.

Güzel şeylerden bahsetme zamanı şimdi diyor içimden bir ses.  Gözlerimi kocaman açıyorum. Açar açmaz elektrik mavisi bir renk tam önümde kanat çırpıyor.  Yanlışmı görüyorum yoksa kafamdaki binbir düşünceyle arabayı bir dereye sürüklemiş de çarpmanın etkisiyle yıldızları mı sayıyorum. Koluma bir çimdik attım. Ayyy, acıyor. Hayattayım.  Renk önümde dansetmeye devam ediyor. Turkuaz mavisinden gece mavisine giden bir renk.  Suya yansıyan yakamoz gibi.
                                                Beyaz göğüslü balıkçı kralı

Pirinç tarlalarının ortasında küçük bir kanalın yanıbaşındayım. İyice yavaşlıyorum. Renk cümbüşü kanat çırpmayı bırakıp yakındaki telgraf direğine konuyor. Gözlerimi iyice açıyorum. Kestane kızılı kafası, bembeyaz göğsü, kırmızı çengel gagasıyla bir balıkçıl kuşu gördüğüm. Yüzü bana dönük ama kanaldaki küçük balıklara odaklanmış durumda. Varlığımın pekala farkında ama onu rahatsız etmediğim sürece sorun yok. Sessizce telgraf direğindeki oturumuna devam edecek taa ki, keskin gözleri kanalda kanat çırpıp hızla suya dalmasına neden olacak bir şey görene kadar.  Sabahın bu erken saatinde doğduğum yerlerden binlerce kilometre ötelerde, pirinç tarlalarının arasındaki küçük bir kanalın yanıbaşında dikkati milyonlarca yere dağılmış ben ve kanatları elektrik mavisi ve sadece Malezya’da görülebilen beyaz göğüslü balıkçıl kuş, sessizce bekleşiyoruz.  İşte güzellik diyor bir ses...
Ayfer G. Cambier
28 Mart 2015, Sekinchan, Malezya

Comments

Popular posts from this blog

Malezya'da Müslüman Olmak ve Malezya Halklarının Çıkmazı

                                   Malezya’lı Müslüman Kadınların Çıkmazı Ma lezya’lı Müslüman kadınlar öfkeli.   Özel ve sosyal yaşamlarını etkileyen Malezya devletinin baş örtüsü baskısından kurtulmak istiyorlar. Seksenli yıllara kadar kendi bilinçlerinin göstergesi olan inançlarını, ansızın bir gün Malezya devleti baş örtüsü takarak ve islamiyete uygun bir biçimde giyinerek uygulamalarını söyledi kadınlara. Olası bir sosyalizm tehlikesine karşı İslamlaştırma politikaları Malezya’da da başlamıştı. Söylemekle kalmayıp, İlkokul birinci sınıftan itibaren tüm Müslüman çocuklar her gün bir saat islami ders alacaklar, üstüne üstlük Müslüman kız çocukları sadece İslami derslere değil, tüm derslere başları kapalı katılacaklardı. Ondan sonraki yıllarda kendilerini modern olarak niteleyen ve nüfus kağıdında ‘İslam’ yazan tüm kadınlarda dahil olmak üzere erken yaşlardan itibaren kamuya açık yerlerde   müslüman olduğunu baş örtüsüyle ve İslamiyete uygun kılık kıyafetleriyle k

Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür

                                                                   Gene de Herkes Sevdiğini Öldürür Oscar Wilde ’ ı okuyanlar bir mantra gibi bu dizeleri ezbere bilirler ‘ Herkes öldürür sevdiğini, bu böylece biline....’ Şiirsel olarak şaibeye yer bırakmasızın güçlü, entellektüel açıdan ise bir o kadar şaibeli bir dize. Wilde belki de bu dizelerle şunu demek istiyordu: Aşkın kendisi o kadar hileli ki hedef aldığını da kirletip değiştiren bir şey.   Oscar Wilde’ın sevgilisi Alfred Douglas’la olan ilişkisinde bu kesinlikle doğruydu. Zaten şımarık olan ‘Bosie’ Wilde’ın onu bir tanrı gibi görmesiyle daha da şımarmıştı. Şiir aynı zamanda Peygamber İsa’ya ihanet eden Judas’ın öpücüğüne de atıfta bulunuyor. Wilde paradoksu seven bir yazar, şairdi ve sevdiğini öldüren bir adam da bu iki zıtın sembolünü bulmuştu. Şiir aynı zamanda Datevari bir cehennemi ve ölümcül bir cezaevi çemberini müekemmel bir biçimde betimliyor. Readıng Zindanı Baladı şiir dünyasına nadir gelen harikulade

ŞİDDETİN KISA TARİHİ

                                                        Şiddetin   Kısa Tarihi Telefonum uzun uzun çaldı. Gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı.   Cevap verip vermemekte bir an kararsız kaldığımdan uzandığım yerde öylece kalıp gecenin karanlığında tavanı seyrettim, bir süre sonra susacağını umarak. Susmadı çalmaya devam etti. Telefona erişmek için acele etmektense, yattığım yerden yavaş yavaş doğrulup, yan tarafımda yatmakta olan kedim Reçel’i okşadım. Beni niye rahatsız ediyorsun der gibi ‘ mmmmmmh’ diye mırıldandı. Telefonumun yanına vardığımda, benim geldiğimi sezmiş gibi telefon çalmayı kesti.   Arayan kardeşim Eliz’di.   Gecenin bu saati aradığına göre belki önemli bir şey vardı.   Aramızda beş saatlik zaman farkının olduğunun farkındaydı. Sabahı beklemektense hemen geri aradım. ‘ Ablacım aramızdaki saat farkını unutmuşum. Kusura bakma.’ diye başladı ben henüz hiç bir şey söylemeden. Önemli bir şey söyleyeceği içime doğmuş gibi, halini hatırını sormadan ‘ Ne oldu?’ diye sor